Sunum Özetleri





1. OTURUM


 "1990’lar Sonrası Bağımsız Türk Sinemasında Hayvanlar"


Zeynep Şahintürk
Kadir Has Üniversitesi, İngilizce Hazırlık Okulu


Bağımsız TÜRKİYE sinemasının çeşitli filmsel ve anlatısal yönleri sosyal ve politik imalarından ötürü pek çok akademisyen ve film eleştirmeni için popüler çalışma alanları olmuştur. Bu çalışmaların bu filmlere olan genel yaklaşımını nitelendiren odak noktası ise yönetmenlerinin “Öteki” karakterleri nasıl betimlediği ve bu temsillerin olumlu ya da olumsuz olup olmadığıdır. Bu “Öteki” kategorisi özellikle kadınları, çocukları, alt sınıfları, dinsel açıdan “Öteki”leri, şehirlilerin zıttı olarak köylüleri, sosyal olarak dışlanmış karakterleri, ve son olarak da hayvanları içermektedir. Bağımsız Türkiye sinemasında kendini sıkça gösteren hayvan “Öteki”ler dışındaki tüm bu “Öteki” karakterler pek çok akademisyen ve film eleştirmeni tarafından yakından incelenmiştir. Bu sunumun göstereceği gibi 1990’lar sonrası bağımsız Türkiye sinemasındaki hayvan karakterlerin, “Ötekiliği” temsil eden tüm insan karakterler kadar önemli bir fonksiyonu vardır; çünkü hem filmlerdeki insan karakterlerin doğrudan bir uzantısı gibi, hem de şiddet ve gücün toplumda nasıl işlediğini, hayvan ve insan karakterleri nasıl eşit derecede mağdur ettiğini gösteren metaforlar olarak temsil edilmektedirler. Hayvan Çalışmaları alanının gittikçe ilgi görmesi ve 1990’lar sonrası bağımsız Türkiye sinemasındaki hayvan karakterlerinin örneklerinin artıp daha görünür hale gelmesiyle birlikte Yeni Türkiye Sineması üzerine yapılan “Öteki” odaklı çalışmalardaki bu eleştirel açığın kapatılması ve hayvan “Öteki”nin de incelenmesi önemlidir. Böyle bir amaç üstlenen bu çalışma da Tabutta Rövaşata, Uzak, Beş Vakit, Yusuf Üçlemesi: Yumurta, Süt, Bal; Kosmos, Araf, Jîn, Şarkı Söyleyen Kadınlar, Kış Uykusu, Sivas ve Abluka filmlerindeki hayvan “Öteki”lerin temsilindeki etik, estetik, filmsel ve anlatısal anlam ve imalar üzerine odaklanarak bu filmlerdeki insan Benlik ile hayvan Öteki arasındaki iletişim ve uzlaşmanın sözel bir etkileşim olmadan nasıl sağlandığını inceleyecektir.



"Ekolojik Varoluş Aralığında Yeryüzü Halleri'ne Bir Bakış"

Ezgi Hamzaçebi
Boğaziçi Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı


“Ekolojik duyarlı” bir metnin nasıl olması gerektiği hususunda özellikle 90'lardan beri ekokritisizm alanında çeşitli çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmaların bazıları ekolojik krizin en büyük sorumlusu olarak “eyleyen” ve “bozan”olarak faillik atfettiği insandan, tüm dünyayı kurtarma görevini de üstlenmesini bekler. Bu tür bir yaklaşım, tahakküm ilişkilerini yeniden ürettiği ve insan-merkezli olduğu gerekçesiyle Cary Wolfe gibi posthumanistler tarafından eleştirilir. Doğa-kültür ayrımını reddeden, insan ve insan-olmayan arasındaki sınırın muğlaklığına dikkat çeken posthumanizm yaklaşımı “dünya”, “doğa”, “kültür” “insan” gibi kavramların var olan tanımlarını yeniden düşünüp tartışmayı önerir. Tahakküm ilişkilerinin olmadığı ya da en aza indirildiği başka türlü bir dünyanın ancak hakim olan “benlik” ve “ötekilik” anlayışının dönüştürülmesiyle mümkün olacağını savunur. Bu dönüşüm için dil algısındaki değişimin önemini vurgulayan posthumanist yaklaşımın temelleri, insan dilinin var olan bütün iletişim ağları içerisinde yalnızca bir düğüm olduğunu vurgulayan Derrida’ya dayanır. Wolfe, bu önermeden yola çıkarak anlamlandırma ve düzenin yaşayan tüm şeylerin aktivitelerine içkin olduğunu, doğal dünyanın  işaret, iz ve anlamlarla dolu olduğunu öne sürer. Öyleyse bir edebi metin tüm bu işaretlerle nasıl bir ilişkiye girer? İnsan, insan-olmayanı kendine benzetmeden nasıl anlatabilir? İnsan-merkezli olmayan bir edebi metin mümkün müdür? Mümkün değilse bile, bu duyarlılığı gözeten etik duruşun dereceleri nasıl belirlenir? İnsan-olmayanı anlatmaya çalışan dil, “ben”, “öteki”,” dünya”, “iç”, “dış” sınırlarını nerede ve nasıl çizer? Bir edebi eserde dilin kuruluşu ve konumlanışı bize o eserin ekolojik duyarlılığı ile ilgili ne söyler?
Bu soruların izinde bu sunum, insan-olmayana bakışın hakim olduğu ve insan-olmayana ait seslerin ön plana çıkarıldığı Birhan Keskin’in Yeryüzü Halleri metnini ele alacak. Zümrüdüanka’yla başlayıp insan özneyle sona eren metnin dünyasında vücut bulan çeşitli varlıkların dile getirilme biçimlerine odaklanarak varlıklar arasında kurulan ortaklık ve farklılıkları inceleyecek. Bu doğrultuda, Yeryüzü Halleri’nin bir yanda Tasavvuf ve Heidegger’in varlık felsefesi, diğer yanda Deleuze’ün hayvan ve göçebe oluş felsefesi arasındaki gerilimli hatta salınan bir metin olduğunu öne sürecek. Metnin birtakım anlatım stratejileri bakımından yer yer insan merkezci varlık anlayışını yeniden üretmekle birlikte, insan olan ve olmayan varlıkları bedensel olana ve duygulanımlara odaklanan bir dille ele alıp varlıklar arasında olduğu varsayılan sınırı nasıl bulanıklaştırdığını, böylelikle post-hümanist anlayışa nasıl göz kırptığını tartışacak. Bu çerçevede, bir metinde duygu, düşünce ve öznellik hallerinin dil ve anlatım vasıtasıyla nasıl kurulduğu ve estetik alanın bir metnin etik duruşunu ve varlık anlayışını nasıl yansıtabileceği sorusunu tartışmaya açmayı hedeflemektedir.



"Faruk Duman Metinlerinde Av ve Avcı: Bir Hayvanlaşma Deneyimi"


Selver Sezen Kutup
Boğaziçi Üniversitesi, Türk dili ve Edebiyatı


Faruk Duman öykücülüğü, çağdaş edebiyatımızın üzerinde pek durulmamış soru(n)larını metinsel düzlemlerde var etmesiyle önem taşır. Faruk Duman'ın edebî dünyasını insan ile sınırlandırmadığını; bu dünyada insan-dışı hayvanların, varlıkların, oluşların faillikleriyle var olduklarını iddia edeceğim sunumumda av, avcı ve avlanma temasının belirginleştiği bölümlere odaklanacağım. 1974'te Beypazarı'nda vurulan son Anadolu Parsı'na adanan Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur (2012) ve iki sene sonra yayımlanan Köpekler İçin Gece Müziği (2014) romanlarını merkeze alan, bir yandan da Faruk Duman'ın edebî metinlerinde "bir hayvanlaşma deneyimi" olarak adlandıracağım av/cı/lıkla ilintili  yazarlık hattının panoramasını çıkarmaya çalışacağım sunumumda; José Ortega y Gasset'in Avcılık Üstüne kitabında öne sürdüğü düşüncelerle diyalog içinde bir okuma yapmayı planlamaktayım. Bir tür spor yahut boş zaman uğraşı olarak görülen, "insanın doğası"na atfedilerek arkaik temellendirmelerle meşrulaştırılan av "tutku"sunun; avcılığın tarihsel/sosyokültürel perspektifler ışığında okumalarından ziyade Faruk Duman metinlerinde tuttuğu yere yakından bakarak, metinsel düzlemlerle farklı etik düzlemler arasında ilişkilenmeler kurmaya çalışacağım.





2. OTURUM




“Sokak Hayvanlarının En Uzun Yüzyılı: 20. Yüzyıl Istanbul'unda Hayvanların Hayatları”

 Zeynep Gizem Haspolat
Boğaziçi Üniversitesi, Sosyoloji


2004 yılında Avrupa Birliği Uyum Yasaları kapsamında çıkarılan 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu kapsamında, belediyelerin sınırları dahilindeki hayvanların geçici bakımlarını, aşılarını ve kısırlaştırma operasyonlarını sağlayacakları mekanlar ‘rehabilitasyon merkezleri’ olarak sınıflandırılıyor. Aynı yasanın 6. Maddesi sokakta hayatta kalamama riski bulunan hayvanlar dışında tüm sokak hayvanlarının aşılanıp, kısırlaştırıldıktan sonra alındıkları bölgeye geri bırakılmaları gereğini belirtiyor. Gündelik  kullanımda “barınak” diye bahsedilen mekanların işleyişini rehabilitasyon merkezine çevirmek barınma ihtiyacının mahallelerde karşılanacağı önermesine yakınsamanın yanında rehabilitasyon kelimesine dair sorular uyandırıyor. Bir canlıyı tüm organik, bedensel süreçleri ile beraber düşününmek, kökeninde “uyumlu hale getirmek, ehlileştirmek” anlamını barındıran bir eylemle yan yana koymayı yeterince zorlaştırırken kelimenin başında ‘yeniden’ anlamını veren “re-“ eki ile tarihsel bir soru ile de karşı karşıya kalıyoruz: Sokak hayvanları bugüne kadar re-habilite edilebildi mi? Bir bağlama içkin olarak cevaplanması elzem bu soru özellinde İstanbul’da sokak hayvanları ile ilişkilerin tarihi bu soruya dair nasıl cevaplar sağlıyor?
Bu sunumda 20. Yüzyıla dair kaynaklardan yola çıkarak, sokak hayvanlarını ehlileştirme, uyumlu hale getirme girişimlerini, büyük ölçekli katliam denemelerinden, gündelik pratiklere kadar değişim gösteren  bir skalada örnekleyen tarihsel gelişmelere bakacağım.  Özellikle bir kentsel mekan olarak İstanbul’un sokak hayvanları ile olan ilişkilerde nasıl dinamiklere alan açtığına ve çoğunlukla eş zamanlı olan yaşatma veya öldürme gayretlerinin mekansal çekişmelerle, kültürel normlarla ve hayvanların ele alınış biçimleriyle olan ilişkisine bu konudaki  tarihsel çalışmalar ışığında bakarken, hayvanların en uzun yüzyılı olarak tabir edilebilecek 20. Yüzyıl İstanbul’unda sokak hayvanları ile olan ilişkiler bugünün mekansal çekişmelerine, Kısırkaya ‘rehabilitasyon merkezi’ne, hayvanlarla ilişkilerin dönüştürücülüğüne dair neler söyleyebilir sorusuna da alan açmaya çalışacağım.


"Hayvanın Refakatinde İnsan Oluş"

Ergun Kocabıyık
Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi


Dolaylı Hayvan isimli kitabımda geliştirmeye çalıştığım "dolaylı hayvan" kavramını ele alacağım. İnsanın melez varoluşundan bahsedeceğim. Doğaya, hayvana bakışımızdaki insanmerkezcilik veya insanbiçimcilik üzerinde duracağım. Nihayetinde insanın dünyadaki yolculuğunu hayvanın refakatinde yapmak durumunda olduğuna dikkat çekerek bitireceğim.



"Sokak Hayvanlarına Etik Yaklaşımlar"

Yrd. Doç. Dr. Karanfil Soyhun
Boğaziçi Üniversitesi, Felsefe


Türkiye'nin sokak hayvanlarına ne tür bir yaklaşımın etik olacağı konusunda sıklıkla ortaya koyulan üç bakış açısını, uygulamalı etik alanın çeşitli araçlarıyla incelediğimizde, bu yaklaşımlardan sadece birinin etik açıdan kabul edilebilir olduğunu görebiliriz. Uzlaşmacı, akılcı olarak isimlendireceğimiz bu duruş sosyal politika olarak en etik duruş olmasının yanı sıra; bireylerin içinde bulundukları koşullara duyarlı olması sayesinde bireysel sorumluluklar açısından da yol göstericidir.





3. OTURUM




“Çağdaş Romanlarda İnsan-Hayvan Etkileşiminin Etik Boyutu”

Doç. Dr. Özlem Öğüt Yazıcıoğlu
Boğaziçi Üniversitesi, Batı Dilleri ve Edebiyatları


Bu sunum, insan ve hayvanın birbiriyle iletişim ve etkileşiminin etik boyutunun altını çizen, aynı zamanda insan ve hayvan kavramlarının sorgulamasını yapan çağdaş roman örneklerine odaklanarak, insan ve “öteki” olarak hayvan ilişkisinin, insan ve “öteki” insan arasındaki ilişkiyle paralelliğini inceleyip; ırk, cinsiyet, etnik köken ve sosyal sınıf üzerine kurulu ayırımcı yaklaşımların türcülük ile ortaklığını ve bu yaklaşımların bir kısır döngü olarak gerçekleşmeye devam eden korku ve şiddet söylemleri ve ortamlarını nasıl oluşturduğunu vurguluyor. İncelenecek olan, J.M. Coetzee’nin Utanç, Kobo Abe’nin Kumların Kadını, Toni Morrison’ın Katran Bebek ve T.C. Boyle’s Tortilla Perde adlı romanlarında, özellikle baş karakterler, kendi yaşamlarından çok farklı ve çeşitli açılardan “hayvani” olarak nitelendirdikleri yaşamlara sahip insanlarla bazen travmatik denebilecek karşılaşmaları sonucunda değişip dönüşür; bu süreçte herşeyden önce kendi varoluş ve öznelliklerini sorgular ve böylece insan ve/veya hayvan olan “öteki”ni de kendi kavramsal kalıplarının ötesinde hiçbir zaman tam olarak kavrayamayıp, hiç öngörmedikleri ortak varoluş özelliklerini göz ardı etmiş olduklarının farkına varırlar. Bu romanların insan-hayvan arasındaki sınırın gözenekli ve birbirine akışkan oluşunu nasıl anlattıklarını tartışacağım. Bunu yaparken de Derrida, Agamben, Deleuze gibi düşünürlerin, ayrıca hayvan çalışmaları alanında önemli çalışmaları bulunan Kari Weil, Cary Wolfe, Cora Diamond gibi akademisyenlerin eserlerine de değineceğim.


"1950’lerin Modernist Öykücülüğünde Hayvanlar ve/ile Varoluş"

Yrd. Doç. Dr. Fatih Altuğ
İstanbul Şehir Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı


Türkçe edebiyatta 1950 kuşağı olarak adlandırılan, başlıca temsilcilerinin Bilge Karasu, Vüs’at O. Bener, Yusuf Atılgan, Onat Kutlar, Leylâ Erbil, Nezihe Meriç, Ferit Edgü, Orhan Duru, Demir Özlü ve Erdal Öz’ün olduğu öykücüler kümesi; modernist, varoluşçu ve gerçeküstücü eğilimlerin çeşitli bileşimler ve karışımlardaki tonlarının ve tarzlarının harmanlandığı bir öykücülük pratiği ve anlayışı üretmiştir. Sartre, Kafka, Faulkner, Beckett ve Sait Faik gibi yazarların etki alanında icra edilen, ancak her bir yazarın kendi özgünlük adasını da inşa ettiği bu edebiyatta bilincin ve bedenin değişik tezahürleri, öznel tecrübe ve iç yaşantı öykülerin odağına yerleşmiştir. Bu dönem aynı zamanda birinci tekil kişi anlatıların ve bilinç akışı ve iç monolog gibi anlatı tekniklerinin yükselişine de tanıklık eder. Dünyada olmanın anlam(sızlığ)ı, dünyaya fırlatılmış olmak, hayatın abesliği, tekillik, çoğulluk, kaygı ve bulantıya/bunaltıya dair fikirler, deneyimler ve duygulanımlar bu öykülerde ağırlıklı olarak ben ve öteki meselesini tematize eder. 1950’ler edebiyatının bu temalar, biçimler ve tonlar ağına hayvanlar da daha önceki edebiyatta görülmediği kadar yoğun ve sık bir şekilde katılır. Başta Onat Kutlar’ın İshak’ı olmak üzere dönemin hemen hemen her öykücüsü hayvanların temsili, mecazi ya da fiili olarak fail olduğu metinler ortaya koyar. İnsan bilincinin ve gövdesinin sınırlarına dair düşünüm ve duygulanımların yoğunlaştığı anlarda ve kesitlerde hayvanlar devreye girer. İnsanın mahiyetine ve hâllerine dair tartışmaya hayvanlar aracılık / eşlik / yoldaşlık ederler bu metinlerde.
Bildirimde Jacob von Uexküll’ün hayvan öznelliğine dair çalışmaları ile Sartre ve Heidegger’in varoluş telakkilerini yan yana düşünerek 1950’lerde üretilmiş modernist öykülerde hayvanların varoluşunu ve hayvanlarla birlikte varoluşun nasıl tasavvur edildiğini anlamaya çalışacağım. Varoluş kavramı eleştirel hayvan çalışmaları ile edebiyat araştırmaları arasında geçiş yapmamı sağlayacak bir arayüz (interface) olarak işleyecek ve 1950’lerin öykülerinde hayvanların “yükselişi” anlamlandırılmaya girişilecektir. Onat Kutlar’ın İshak, Ferit Edgü’nün Kaçkınlar ve Leylâ Erbil’in Hallaç kitaplarındaki öykülerine öncelik vererek şu sorular tartışmaya açılacaktır: 1950’lerin yenilikçi öykücülüğü hayvanları hangi formlar ve temalarla edebileştirmektedir? Hayvan-insan ortaklık ve başkalığı nasıl kurulmaktadır? Hayvanların insani varoluşu tartışmanın bir aracı / vesilesi kılınmasının dışında hayvan failliğine ve öznelliğine yönelen metinler ya da metinlerin anları/kesitleri var mıdır? Hayvan varoluşunu anlatmanın belirli edebi formları söz konusu mudur? Bu durumlarda hangi anlatı stratejileri takip edilmektedir? Türkçe edebiyatın bu metinleri dünya edebiyatının modernist  ve varoluşçu örnekleri ile eleştirel hayvan çalışmalarının kesişiminde nasıl konumlandırılabilir?



"Hayvan Çalışmaları “İnsanmerkezci” Olmaktan Kurtulabilir mi? 'İnsansonrası' Kuramların Sundukları"

Yrd. Doç.Dr. Sinan Akıllı
Hacettepe Üniversitesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı


Modern Hayvan Çalışmaları alanının başlangıç noktasının Peter Singer’ın 1975 yılında yayımlanan ve hayvanlara karşı insanların uyguladığı şiddetin ahlaki boyutlarını “türcülük” kavramı üzerinden eleştiren Animal Liberation (Hayvan Özgürlüğü) adlı eserinin olduğunu söylenebilir. O zamandan günümüze kadar geçen sürede, Hayvan Çalışmaları alanı esas olarak ya insanlar tarafından yürütülmesi ön görülen ve tamamen “ahlaki” temele dayalı bir “hayvan hakları savunuculuğu” amaçlı ya da hayvanların insan kurgusu olan “kültür” ve “edebiyat”ta veya insan “toplumsal yapı”sı içerisindeki “sembolik,” “metaforik” ve “işlevsel” rollerinin incelenmesinden öteye geçememiştir. Diğer bir deyişle, Hayvan Çalışmaları alanı her türlü iyi niyete rağmen “insanmerkezci” olmaktan kendisini kurtaramamıştır. Bu nedenle de bir kısır döngü içerisine girmiş ve hatta akademi içerisinde de bu konuya “felsefi” yaklaşanlar ile “aktivist” yaklaşanlar arasında bölünmeler yaşanmıştır. Tüm bu bölümeler sonucunda alanın adının nasıl yazılacağı dahi tartışma konusu olmuş; “İnsan-Hayvan Çalışmaları,” “Hayvan Çalışmaları,” “hayvan çalışmaları” ve “Eleştirel Hayvan Çalışmaları” gibi önerilerden oluşan kavramsal bir kargaşa ortamı yaratılmıştır. Bütün bu sorunların temelinde bir türlü geride bırakılamayan “insanmerkezcilik” olgusu yatmaktadır. Tüm bu sorunların aşılabilmesi için “insansonrasıcı” (posthumanist) yaklaşım çok değerli kavramsal ve kuramsal araçlar sunmaktadır. Burada belki de en temel yaklaşım “insan”ı Pramod Nayar’ın önerdiği üzere “insanhayvan” olarak görmekten geçmektedir. Öncelikle insanın da sadece bir “tür” ve sadece bir hayvan olduğunu kabul etmeksizin bu çalışmaların bir geçerliliği olmayacaktır. Bu esastan yola çıkılarak (ve belki de daha önemlisi), Hayvan Çalışmaları’nın gerçek amaçlarına ulaşabilmesi için bu alandaki çalışmaların kuantum fiziğinden moleküler biyolojiye ve biyosemiotik alanına kadar uzanan geniş bir disiplinlerarası çerçevede yürütülmesi gerekmektedir. Bu konuşmada öncelikle ilgili “insansonrasıcı” kuramların en temel kavramları kısaca anlatılacaktır. Daha sonra da bu eleştirel yaklaşımın edebiyat ve kültür çalışmalarına uygulanmasına örnek olacak şekilde, Viktorya Dönemi İngiliz romancılarından George Eliot ve Thomas Hardy’nin seçilmiş romanlarında at ölümü olgusunu “semantik insanhayvan”lar olarak nasıl ele aldıkları gösterilecektir.





4. OTURUM




"Genetik Yöntemlerin Tür Korumasında Kullanımı"

Doç. Dr. Raşit Bilgin
Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü


Genetik yöntemler türlerin evrimsel tarihleri, birbirleriyle olan ilişkileri, popülasyon genetiği, adaptasyonlar gibi konuların anlaşılmasına yardımcı olmalarına ek olarak, tür koruması konusunda da önemli katkılar sağlamaktadır. Çoğu zaman dışarıdan baktığımızda (fenotipik olarak) aynı tür olduğunu düşündüğümüz grupların, genetik çalışmalar sonrasında farkı alt gruplar ve hatta bazen farklı türlere ait olduklarıgözlemlenmiştir. Bu çıkarımlar da genel olaraktan türlerin koruma stratejilerini (örneğin International Union for Conservation of Nature (IUCN) kırmızı listelerinde içinde bulundukları kategorileri) etkilemektedir. Bu sunumda genetik yöntemlerin tür koruma konusunda nasıl kullanıldığını, uzmanlık alanım olan yarasalardan örnekler vererek anlatmaya çalışacağım.



"Bentham ve Animalizm"

Can Batukan


Jeremy Bentham’ın “acı çekebilirler mi?” argümanı yayımlandığı yıl Fransız Devrimi gerçekleşir. Bu aynı zamanda ABD anayasasının yürürlüğe girdiği yıldır. Bugünden 228 yıl geride bir tarihten günümüze doğru insan-olmayan canlılara bakışımızın nasıl dönüştüğünü Anglo-Amerikan ve Kıta Avrupası gelenekleri açısından ele alırken kadim felsefelerin binlerce yıllık birikimini de unutmamak gerekir. Unuttuğumuz takdirde hayvanlara ve diğer canlılara karşı tahakkümcü, insan-merkeziyetçi bakışın dilinden tam olarak sıyrılamayız. 
Bu sunum Bentham’ın “acı çekebilirler mi?” argümanını günümüz bilgileri ve felsefe tarihi ışığında hayvan çalışmaları ve Animalizm açısından yeniden yorumlayacaktır. Böylelikle Anglo-Amerikan felsefecilerin yalnızca etik, politik ve hukuki çerçevede değerlendirilmiş ve değerlendirilmekte olduğu “Hayvan Sorusu”nun, Kıta Avrupası felsefecilerinin yüzyıllarca üzerinde çalışmış olduğu ontolojik zeminiyle birleşebilmesi adına önemli engellerden biri ortadan kaldırılabilir.
Anahtar sözcükler: Bentham, animalizm, ruh, beden, acı, haz



"Hayvan Konuşabilir mi?"

Dr. Emre Koyuncu


Gayatri Spivak postkolonyal çalışmalar yazınında çığır açan “Madun Konuşabilir mi?” makalesinde, gerekli kurumsal yapı ve geçerlileştirme mekanizmalarının yokluğunda madunların konuşabilmelerinin, seslerini duyurabilmelerinin mümkün olmadığını söylüyordu. Hayvanların dil yeteneğine, konuşma yeteneğine sahip olup olmadığı sorusunu olumlu yanıtlama imkanının da benzer yapı ve mekanizmalar tarafından yok edildiğini söyleyebiliriz. Jacques Derrida bir röportajında hayvanların dil yeteneğine sahip olup olmadığı sorusuna yanıt verirken, dilin en başından yalnızca insanların sahip olabileceği bir yetenek olarak tanımlandığını, bu şartlar altında hayvanların bu yetenek testinden geçmesinin imkansız olduğunu vurgular. Ben de bu sunumda felsefe tarihinde dil ve konuşma yeteneğini hayvanlardan farklılaştırılmış bir insan figürüne mahsus kılmaya yarayan felsefi manevraları Aristoteles’ten yola çıkarak tartışacak, bu yeteneği insanmerkezci olmayan, daha genel biçimlerde kavramsallaştırmanın imkanını sorgulayacağım


Yorumlar